Sezen Aksu ( 13.07.1954)




"Türk şarkıcı, şarkı sözü yazarı, besteci (Izmir-1954 ). Özellikle 1980'li yıllarda Türk Pop Müzigi'ne yeni bir soluk getirdi. Güçlü sesi, değişik yorumu ve duygu yüklü şarkı sözleriyle geniş yankı uyandırdı…" (Dictionnaire Larousse - Aksu, Sezen)


"Hafif müzik sanatçısı, oyuncu, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nde okudu. İlk kez 1975 yılında televizyon programına çıktı. Birkaç kez altın plak aldı. "Minik Serçe" adlı bir film çevirdi." (İl İl Büyük Türkiye Ansiklopedisi - İzmir, Aksu, Sezen)

"Türk Şarkıcı (Izmir, 1954). Ziraat öğretimini yarıda bırakarak kendini müziğe verdi. 1970'lerin ortalarında "Yaşanmamış Yıllar" adlı parçasıyla birden ünlendi. Bazıları kendinin olmak üzere hep yerli besteleri seslendirdi. Kendine özgü bir üslup edindi. "Minik Serçe" (1979) filmiyle sinemayı da denedi. Oyun gücünü kanıtladıği "Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra" (1979) adlı müzikaldeki "Sen Ağlama", "Geri Dön", "Dağlar Dağlar" gibi şarkıları listelerde baş sıraları aldı." (Büyük Larousse - Gelişim Yayınları - Aksu, Sezen)

Sezen Aksu - o zamanki soyadı ile "Yıldırım" - 13 Temmuz 1954 yılında Denizli'nin Sarayköy'ünde doğdu. Anne ve babası öğretmendi. Üç yaşında İzmir'e taşındılar. Büyüme çağında sanatın bütün dallarına ilgi duyan Sezen, resim, tiyatro, dans dersleri alırken, yüksek öğrenim için Ziraat Fakültesi'ni seçti. Aynı yıllarda İzmir Radyosu sanatçılarının dersler verdiği İzmir Sanatçılar Derneği'ne girdi ve dört yıl aralıksız, iki yıl aralıklı, altı yıl süreyle Türk Sanat Müziği eğitimi aldı.

1975 yılından beri Türk Pop Müziği alanında çalışan Sezen Aksu, üç yüzden fazla söz ve besteye imza attı.

"Aşkın sesi" olarak tanıdığımız Sezen Aksu, arasıra evlenerek aşkın sınırlarını da zorlamayı denemekte. Şu anda bekâr ve bir oğlu var.

Sezen Aksu'nun hayatının en acı olayları iki önemli dostunu kaybetmesiyle yaşadığı olaylardır. Uzay Hepari ve Onno Tunç. Bu eşsiz iki muzik dehasının hayata veda etmesi Sezen Aksu'yu cok derinden yaralamıştır.

Sıfatları: "Türk Pop Müziği'nin Kraliçesi", "Minik Serçe", "Şair Ruh", "Filozof Aşık", "Tutsak Seyyah", "Muzip Cadı", "Mistik Asi", "Levanten Firuze"...

Serveti: Sayısı dörtyüze yaklaşan şarkı: "Geri Dön", "Git", "Belâlım", "Kavaklar", "Alâturka", "Erkekler", "Firuze", "Gülümse", "Adı Bende Saklı", "Zalim", "Tutuklu", "Kusura Bakma", "Sarışınım", "Rakkas", "Masum Değiliz", "Minik Serçe", "Sen Ağlama", "Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam"...

Toplam tirajı 22 milyona yaklaşan albümleri: "Allahaısmarladık", "Minik Serçe", "Sevgilerimle", "Ağlamak Güzeldir", "Firuze", "Sen Ağlama", "Git", "Sezen Aksu Söylüyor", "Sezen Aksu ‘88", "Gülümse", "Deli Kızın Türküsü", "Işik Dogudan Yükselir(Ex Oriente Lux)", "Düş Bahçeleri", "Düğün Ve Cenaze", "Adı Bende Saklı", "Sarı Odalar", "Deliveren",
"Şarkı Söylemek Lazım", "Yaz Bitmeden", "Bahane"...
Atilla Durak'ın "Ebru" adını verdiği kitabındaki Sezen Aksu'ya ait önsöz...

Bir resim düşünün tüm renkleri ‘dikkatsizce’ birbirine karışmış. Adeta tek bir potada eritilmiş tüm renkler. Mavinin maviliği bastırılmış örneğin; mavi ne mavi olabilmiş, ne de kırmızı. Yayması gereken ışığı yayamıyor, duygusu kalmamış, renk olmaktan çıkmış, baskın renk içinde eriyip gitmiş.
Birini yok saysanız resim başka resim olacak, coşkusundan kaybedecek. Uzaktan bakınca resme, belki de göze çarpan sadece tek bir renk olacak.
Türkiye bir renk cümbüşüdür oysa. Farklı etnik kültür, din, dil, inanç, tarih ve hatta kişisel duruşun renklerinden oluşmuş bir renk cümbüşü; her biri farklı, her biri en az diğeri kadar cezbedici ve anlamlı.
Sadece tek bir renk ne kadar yaşatabilir zenginliği, çeşitliliği ve onun nimetlerini. Bu tek renk ve aynılık kimlik kazandırmak bir yana dursun, ‘hiç kimselik’ vermekten başka ne işe yarayabilir.
İşte bu nedenden kimliğini tanımlarken Türkiye, renklerine muhtaçtır.
Türkiye, tüm renklerin birbirine karışırken yine de tek tek ışığını yayabildiği bir Ebru eseri olmalıdır. Renkleri tek bir potada eritmeden de var edebilen ya da mozaik gibi her parçayı kendince uygun yere hapsetmeyen, her rengin özgürce gezindiği ve gezinirken bıraktığı muhteşem izlerden oluşmuş bir Ebru eseri. Çünkü Ebruli’dir rengi.
Attila Durak mozaik ya da eritme potası gibi, düşünüldüğünde eksik kalan tanımlar yerine ne de güzel bir benzetmeyle toplamış fotoğraflarını. Türkiye’nin ebruli anlarını yakalamış.
Onun gibi sanatçılar, yüzeydeki renkleri ve oluşturduğu desenleri sabitlemek için Ebru ustalarının suya kattığı yoğunlaştırıcı maddelerin yerine sanatlarını kullanıyorlar kanımca.